Her kelimeyle biraz daha kendime yaklaşırım. Yazmak, içimde susturamadığım bir sesi dış dünyaya duyurma çabasıdır belki de. Bazen bir fincan kahvenin buharında, bazen de eski bir defterin sararmış sayfalarında bulurum ilk cümleyi. Ne zaman, nerede, nasıl geleceğini bilmeden... Ama geldiğinde bilirim: Yazılmak istiyordur. Bu bölümde, kelimelere nasıl tutunduğumu, hikâyelerimin hangi anlarda doğduğunu ve yazma yolculuğumun arka planını seninle paylaşacağım

Karakter yaratmak benim için sadece bir isim bulmak ya da bir kişilik tanımlamak değil.
Karakter dediğimiz şey, aslında içimizde yankılanan bir sesin dışa yansıması gibi.
Ben karakterlerimi “yaratmıyorum”; onları duymaya çalışıyorum.
Bir hikâyeye başlamadan önce kafamda hep bir çocuk belirir. Nerede olduğunu bilmem, neye benzediğini bile görmem bazen... Ama bir şey hissederim.
Bir bakış, bir kelime, bir sessizlik…
Mesela Mina sessizdi. Onun cümleleri yoktu ilk başta. Ama gözleri vardı. Kitaplara sığınışı, kalabalıkta görünmez oluşu... Bunlar önce içimde bir iz bıraktı. Sonra kelimelere dönüştü.
Carlos’ta ise bir sokağın kenarında oturmuş, insanlara bakarken bir hikâye başladı. Onun kalbindeki sıcaklığı, kimsenin duymadığı bir sadakati fark ettim. O gün bugündür Carlos hep yanımda.
Karakterlerimi yaratırken bir çocukla konuşur gibi hissederim.
Ona sorular sorarım:
— Neyden korkarsın?
— En çok kimi özlüyorsun?
— Bir dileğin olsa ne dilerdin?
Ve cevaplarını hemen yazmam. Beklerim. Çünkü her çocuk kendini bir anda anlatmaz. Zamanla, yavaş yavaş ortaya çıkarlar. Bir kelimesinden gülüşünü, bir susuşundan yarasını anlamaya çalışırım.
Her karakterimin sevdiği bir renk, bir oyun, bazen gizlice sakladığı bir hayali vardır. Bunları özenle yerleştiririm metne. Çünkü biliyorum ki, kitapla buluşan çocuklar bu ayrıntıları hisseder. Onlar karakterle arkadaş olur. Hatta bazen, kendilerini karakterin yerine koyarlar.
Benim karakterlerim “örnek çocuklar” değildir.
Onlar hata yapar, üzülür, bazen sinirlenir, bazen yanlış kararlar verir. Ama bu onları gerçek yapar.
Ve ben, çocuklara mükemmel değil, gerçek karakterler sunmak isterim.
Çünkü gerçeklik, duyguda saklıdır. Ve bir karakterin yüreği ne kadar sahiciyse, hikâyesi o kadar kalpten kalbe akar.
Yazmak, benim için yalnızca kelimeleri bir araya getirmek değil bir ruh haline geçmek, bir tür yolculuğa çıkmak gibi…
Ve bu yolculuğun her defasında beni hazırlayan küçük ama sihirli alışkanlıklarım var. Yazmaya oturmadan önce, zihnimi dış dünyanın gürültüsünden ayırmak için bir sessizlik kurarım.
Bazen bu bir mum yakmak olur, bazen sadece çalışma masamı toparlamak. Ama mutlaka o anın bana ait olduğunu hissetmeliyim. Yazarken etrafımda kalabalık eşyalar, dikkat dağıtan sesler, gereksiz ekranlar olmaz. Sade bir masa, elimde kalem ya da klavyem... ve içimde büyüyen bir sahne yeterlidir.
Kahvemi ya da bitki çayımı hazırlarım. Her kitabın sanki bir içeceği bile olur bende.
Bazılarını kahveyle yazmışımdır, bazılarını papatya çayıyla…
Bu küçük ritüeller, karakterlerin sesini daha kolay duymamı sağlar. Sanki o anda sadece ben ve hikâyem varmışız gibi…
Yazmaya genelde akşamları başlarım. Bazı hikâyeler geceyi sever. O zaman yazı masam, gecenin sessizliğiyle birlikte başka bir evrene dönüşür.
Yazarken dışarıdan koparım ama içeriye hikâyenin içine daha çok bağlanırım. Kimi zaman o kadar yoğunlaşırım ki, karakterin gözyaşını kendi gözümde hissederim. Ya da çocuklar bir şeye güldüğünde ben de gülümserim.
Her hikâye için ayrı bir defterim olur. Yazarken notlar alırım, karakterlerle ilgili küçük eskizler çizerim. Bir cümleyi 7 kere silip yeniden yazdığım olur. Çünkü her kelime yerini bulmalı.
Yazının ritmini, sesini, içindeki duyguyu bozmadan ilerlemek isterim. Ve en önemlisi:
Yazarken kendime hatırlattığım tek şey şudur:
“Bu hikâyeyi ilk kez bir çocuk okuyacak.
Belki o gece yastığa başını koyduğunda hâlâ o karakteri düşünecek.
Belki sabah kalkınca kendi sorularına biraz daha cesurca yaklaşacak.”
İşte bu düşünce, her şeyin en güçlü ritüeli olur bana.
Çünkü biliyorum ki yazmak, sadece bir masa başında değil; bir çocuğun kalbinde, zihninde, hayal gücünde devam eder.
“Yazmak, duymayanlara seslenmenin, görmeyenlere gösterme çabasının sanatıdır.”